Ad Kavmini Öldüren Rüzgar
Ad kavmi, Yemen’de denize bakan kum tepelerinin arasında yaşayan oldukça zengin bir toplumdu. Uzun boylu, iri yapılı, güçlü kuvvetli insanlardı. Yürüdükleri zaman ağırlıklarından dolayı sanki altlarındaki toprak sallanırdı. Muhteşem saraylara, mallara, sürülere ve eşsiz bağ ve bahçelere sahiplerdi. Lüks ve konfor bakımından dünyada onların benzeri bir toplum daha yoktu. Sahip oldukları bu zenginlik ve güç sebebiyle gurur ve kibre kapıldılar. Bunun kalmayarak putlara tapmaya, fakir ve zavallı insanlara zulmetmeye başladılar. Zamanla azgınlık ve taşkınlıkları iyice arttı. Kaba ve zorba bir toplum oldular. Kendilerini yaratan Allah’ın onlardan daha kuvvetli olduğunu görmezden gelerek, “Dünya üzerinde bizden kuvvetli kim var?” diyerek azdıkça azdılar.
Bunun üzerine Allah Hazreti Hud’u onlara peygamber olarak gönderdi. Hud peygamber onları uyardı. Sahip oldukları nimet ve zenginliğin gerçek sahibinin Allah olduğunu, onları sınamak için bu zenginliği verdiğini söyledi. Şımarıp, taşkınlıklarda bulunmamalarını istedi.
Onlar ise Peygamberlerinin öğüt ve tavsiyelerine kulak vermek yerine onun yalancı biri olduğunu söylediler.
Bunun üzerine Allah önce onların yağmurlarını kesti. Üç yıl boyunca bir tek damla bile yağmur yağmadı. Böylece toplum zenginliğin ardından büyük bir kuraklık yaşamaya başladı. Ünlü İram bağları kurudu. Sıkıntı ve meşakkat büyüdükçe büyüdü. Hayat iyice zorlaştı.
Bunun üzerine Hz. Hud insanların topluca bulundukları bir yerde onlara şu konuşmayı yaptı:
“Ey Halkım! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz.
Ey halkım! Ben, peygamberliğim karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratan Allah’tan başkasına ait değildir. Hala aklınızı kullanmıyor musunuz?
Ey halkım! Rabbinizden baış dileyin. Sonra da O’na tevbe edin ki, size yağmuru bol bol göndersin. Günah işleyerek Allah’tan yüz çevirmeyin.”
Hz Hud bütün bu söylediklerine rağmen toplumun ileri gelenlerinden yine aynı tepkiyi gördü. Bunun üzerine oradan ayrıldı.
Ad toplumu ise Hz Hud’u kendi haline terketti ve yaşadıkları kuraklığın derdine düştü. İçlerinden Kayl adında bir adamı su aramak için gönderdiler.
Kayl, su aramak için dolaşırken Bekir bin Muaviye isimli bir adamın başkanlık yaptığı bir topluluğa uğradı. Muaviye onun için eğlenceler düzenledi ve ziyafetler verdi. Kayl bu eğlenceler sırasında sesi güzel kadınlar dinledi ve orada olmaktan hoşlandı. Günlerini bu şekilde geçirmeye başladı. Adete kendi toplumunu ve su aramayı unuttu. Orada yaklaşık bir ay kaldı.
Bir akşam eğlencesinde Bekir bin Muaviye Kayl’a geliş amacını hatırlatmak amacı ile bir şiir okuttu. Bunun ardından Kayl yeniden amacını hatırladı. Ertesi gün yağmur duası yapmak amacıyla yakındaki bir dağa doğru yola koyuldu. Kayl, dağa çıktı ve Allah’a dua etti. Kendi toplumu ile birlikte bir aydır onunla ilgilenen Bekir bin Muaviye ve halkına da dua etti. Duasını bitirip dağdan aşağı inerken üç adet bulutun hareket etmeye başladığını gördü. Bulutlardan birinin rengi kırmızı, birinin rengi ise siyahtı. O şaşkınlık içinde bakınırken bir ses “Onlardan birini seç!” dedi. Kayl, siyah olanı seçtim diyerek cevap verdi. Bunun üzerine aynı ses “Ad toplumunu yok edecek, onlardan bir tek kişiyi bile sağ bırakmayacak bu bulur sana toz duman olarak gelsin!” dedi. Derken gökyüzündeki bulutlar dağıldı ve geriye sadece yüzük halkası kadar bir bulut kaldı. Bu bulut ise aceleyle Ad toplumunun yaşadığı yere doğru gidiyordu.
Ad toplumu kuraklıktan iyice perişan olmuştu. Su aramak için gönderdikleri Kayl’dan ise hiç haber alamamışlardı. Fakat tüm bu yaşadıklarına rağmen yine de akılları başlarına gelmiyor ve kötülük yapmaya devam ediyorlardı.
Derken günün birinde gökyüzünde bir bulut gördüler. Bulut şehrin vadilerine doğru yayılıyor, kendilerine hızla yaklaşıyordu. Bunun bol yağmur getiren bir bulut olduğunu düşündüler. Yüzlerini sevinç ve neşe kapladı.
Ancak Hz. Hud onları ikaz etti. Onun bir yağmur bulutu olmadığını, içerisinde can yakıcı bir rüzgar bulunduğunu söyledi.
O sırada bulut evlerin üzerine doğru gelmeye başladı. Bulut yaklaştıkça içindeki karanlık görülüyor ve insanlar üşümeye başlıyordu. Bulut değdiği yerdeki erkek, kadın ve çocukları içine kattı ve rüzgarında savurarak parçaladı. Yıkılmadık hiçbir bina, dikili hiçbir ağaç kalmadı. Rüzgar her şeyi kül gibi etrafa savuruyordu.
Yedi gün sekiz gece boyunca aralıksız devam eden bu kasırgadan Allah’a ve Hz. Hud’a gönülden inanıp teslim olmuş bir avuç insan dışında hiç kimse kurtulamadı. Kasırga dindiğinde şehrin yerinde yeller esiyordu. Sanki burada daha önce hiçbir canlı yaşamamış gibiydi.