Bid’atlar sünneti yok eder, Sünnet ve bid’atlar
Özellikle bid’at ve hurafelerin her tarafı istila ettiği bir zamanda sünnetin gösterdiği yolda hiç sapmadan mesafe almak daha büyük bir önem taşıdığı gibi, zor şartlar altında bu yolda yüründüğünden elde edilen ecir ve mükâfat da o nispette bereketli olacaktır.
“Bid’at ve dalaletlerin istilası ve ümmetimin fesada gittiği bir zamanda benim sünnetime sarılan, hizmet eden kimse yüz şehit sevabı kazanabilir” mealindeki Peygamber (a.s.m.) müjdesi bir şevk özelliğini taşımalıdır.
Sünnete göre hareketi güzel bir alışkanlık haline getiren mü’min, zaten sapmaz da saptırmaz da. “Ey insanlar size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılırsanız hiçbir zaman dalâlete düşmezsiniz. Onlar: Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir” hadisi, gerçeği hatırlatan en güzel bir uyarı işareti değil midir?
Sünnet-i seniyye hayatın her safhasını o kadar içine almış, her meselede o kadar esaslar ve ölçüler getirmiştir ki bir mü’minin sünnetin her çeşidine uyması, bütün sünnetleri tatbik etmesi hemen hemen mümkün olmamaktadır. Bediüzzaman’m da ifade ettiği gibi “Sünnet-i seniyyenin herbir nev’ine tamamen bilfiil ittiba etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur.” Yani imanda kemal mertebede bulunan evliya ve asfiya gibi en salih kimseler ancak Peygamberimizin bütün sünnetlerini uygulayabilirler.
Fakat bununla birlikte bir Müslüman, “Madem sünnetin her çeşidini tatbik edemiyorum, öyleyse benim sünnete olan bağlılığım kalmadı mı?” diyecektir. Hayır, bütün güzel işlerde ve ibadetle ilgili meselelerde önemli olan niyet, arzu ve istektir. İnsan hayatının tamamını içine alan sünnetlere bütünüyle uyamayan bir insan, halis niyetiyle, sünnete taraftar olmasıyla, yapamasa da sünnetin esaslarını kabul etmesi ve talip olmasıyla bu bağlılığını göstermiş olur. Bu husus Lem’alar’da şu şekilde belirtilir: “Ona bilfiil olmasa da binniyet, bilkasd taraftarâne ve iltizamkârâne talip olmak herkesin elinden gelir.