Dini Menkibeler

Cennetten Uzanan Anne Eli

Cennetten Uzanan Anne Eli
Written by admin

Zamanın birinde küçük bir köyde yaşayan mutlu bir aile vardı. Anne, baba ile birlikte Necip ve Emine adında iki çocuğu zenginlik içinde olmasa da az bulup az yiyerek huzurlu, mutlu bir hayat yaşıyorlardı. Gel gör ki; bu huzur fazla sürmedi Necip ve Emine’nin anneleri hastalanarak yataklara düştü. Çocuklar anneleri için her gün Allah’a dualar ediyorlardı. Anneleri ölüm döşeğinde yatarken son sözlerini söylemek için çocuklarını başına topladı ve onlara dedi ki:

– Yavrularım ben bu dünyadan gidiyorum. Sizi önce Rabbimize sonra da birbirinize emanet ediyorum. Sakın birbirinizin elini bırakmayın. Ne zaman dara düşseniz Allah’a sığının o size mutlaka bir kapı açacaktır. Hızır’ın eli hep üstünüzde olsun…

Çocuklar ne kadar ağlasa da ellerinden bir şey gelmemişti ve anneleri bu dünyadan göçüp gitmişti. Bir zamanlar mutlu yaşadıkları yuvalarında Necip, Emine ve babaları yapayalnız kaldılar. Aradan aylar geçti ve akrabalarına göre babaları evlenmeliydi. Çünkü çocuklara bakması için ve evi çekip çevirmek için bir kadın eli lazımdı. Çocuklar bu konuya şikâyet ettiler çünkü onlara göre annelerinin eli zaten onların üstündeydi.

Çocukların gösterdiği tepkileri kimse görmedi ve babaları köyden güzel bir kızla evlendirildi. Önceleri her şey yolunda gidiyordu cici anneleri çocuklara oldukça iyi davranıyordu. Çocuklar annelerini çok özlemiş olsalar da cici annelerinin kendilerine iyi davranmasından mutlulardı.

Aradan zaman geçip cici annelerinin yeni bir bebeği olunca çocukların başına kara bulutlar çöktü. Çünkü hiç bir şey eskisi gibi olmamaya başladı. Babalarının ve cici annelerinin gözü yeni doğan bebekten başkasını görmez oldu. Artık çocuklar artık cici annelerinin gözüne batıyordu. Necip ve Emine’nin birbirinden başka kimsesi kalmamıştı çünkü babaları onların varlığını bile unutmuştu.

Bir gün Necip odadan gelen seslere dikkat kesildi cici annesi babasına diyordu ki:

– Artık yeter dayanamıyorum. Bu çocukları bu evde istemiyorum. Onlara bakmak zorunda değilim al bu çocukları teyzelerinin köyüne götür. Akşama kadar bu işi hallet yoksa ben bebeğimi alır buralardan giderim.

Duydukları karşısında gözyaşlarını tutamayan Necip babasına ne kadar yalvarsa da babası kararını vermişti artık. Onlar bu köyden gitmeliydi ve cici annelerinin ayağı altından çekilmeliydiler. Babası yürekten razı olmasa da başka çaresi olmadığını düşünüyordu o yüzden çocuklarının elinden tutup yola koyuldu. Yol boyunca ağlayan çocuklara babası köyün yolunu tarif ediyordu:

__ Şu dağı aştınız mı teyzenizin köyüne varacaksınız. Hepimiz için en doğrusu bu teyzeniz sizi bekliyor, bundan sonra orada yaşayacaksınız.

Çocuklar belki vazgeçer diye babalarının elini sımsıkı tutup bırakmadılar ama bu hiçbir işe yaramadı. Babaları, içinde kuru ekmek olan torbayı ellerine sıkıştırıp oracıktan uzaklaştı. Çocuklar babalarının gidişini birbirlerine sarılıp ağlayarak seyrettiler ve çaresiz yollarına devam ettiler. Babalarının tarif ettiği dağı gördüler ve akşam olup karanlık çökmeden köye varmak için hızlandılar. Artık köye yaklaşmışlardı ama önlerine büyük bir dere çıkmıştı. O dereyi aşmaları imkânsızdı. Necip kardeşini sırtına alıp dereyi geçmeyi denedi fakat az kalsın ikisi de derin suda boğuluyordu. İki kardeş çaresiz derenin kenarında oturup birbirlerine sarılarak ağlamaya başladı. Emine abisine:

__Ağabeyi keşke annemiz yanımızda olsaydı. Hiç ayrılmasaydık ya da keşke biz bu suda boğulup ölsek de annemize kavuşsak.

Diyince abisi ona:

__ Öyle deme kardeşim annemiz giderken ben hep yanınızda olacağım, ben olmasam da elim hep üstünüzde olacak demişti. Teyzemizin yanında çok mutlu olacağız hem teyze anne yarısı derler üzülme annemiz bizi Allaha emanet etti. Allah emanetine sahip çıkar.

Diye cevap verdi.

İki kardeş böyle dertleşirken oradan geçen ak saçlı, aksakallı bir dede yanlarına yaklaşıp hallerini sorarak başlarından geçenleri bir bir dinledi.

__ Yavrularım gelin ben sizi bu dereden geçireyim.

Diyip ikisini de kucaklayıp dereyi geçirdi. Bir müddet onlarla sohbet ede ede köye yaklaşıncaya kadar yürüdüler. Babaları daha önceden haber gönderdiği için teyzeleri onları köyün girişinde telaşla bekliyordu. Teyzeleri çocuklara doğru koşup onları kucakladı ve birbirlerine sarılıp ağlaştıktılar. Sonra çocuklara yalnız başlarına köye nasıl geldiklerini sorunca çocuklar başlarında geçenleri ve de aksakallı dedeyi anlattılar. Aksakallı dede demişken etraflarına baktılar ama onu göremediler.‘’Dede dede ‘’diye seslenerek sağa sola koştular ama nafile dede ortalıkta yoktu. Etraflarındaki herkese aksakallı dedeyi görüp görmediklerini sordular ama hiç kimse onu görmemişti. Sanki yer yarılmıştı aksakallı dede yerin dibine girmişti. İşte o anladılar ki o aksakallı dede aslında cennetten uzanan annelerinin eliydi. En zor zamanlarında onlara yetişen Hızır’ın ta kendisiydi…