Din bir teselli kaynağıdır
Din, insan için en güçlü bir dayanak, en kudretli bir istinat yeridir. Kendi maddî yapısına, varlıklar içindeki yerine ve kâinatın büyüklüğü yanında kendi küçük bedenine bakan insanın korku ve dehşete düşmemesi, titreyip ürkmemesi mümkün mü?
İşte insanı bu manevî dehşetten kurtaracak ruhuna rahatlık, kalbine güven verecek bir gerçek varsa o da Rabb’ine olan tevekkülüdür. Allah’a güvenen insan, varlıkları kendisine dost birer arkadaş, emrine verilmiş birer emanet olarak görür.
Tevekkül gibi güçlü bir kaleye sığman insan öyle bir Kudretin himayesi altına girer ki her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elinde, her şey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulduğu zaman her şeyi bulur, hadsiz korku ve elemlerden kurtulur.
Din, aynı zamanda büyük bir teselli kaynağıdır. İlk adımla dünyaya gelen insan ölümle neticelenen dünya yoluculuğu süresince o kadar zorluk ve sıkıntılarla karşılaşır ki bunların ne sonu gelir, ne de nihayet bulur.
Bir şairin dediği gibi, “Gerçek sevinç denen şey hemen hemen bayram gibidir, çok nadir gelir.”
Hayat boyu sürekli imtihan içinde bulunan insan, birçok musibete uğrar, üzülür, mahzun olur. Hayat yükünü kaldıramaz, kendi kendini idare edemez hâle gelir.
İşte insanın tükenmek bilmeyen acılarına ve dertlerine karşı koyabilmek için kuvvetli bir kalbe, sağlam bir imana sahip olması gerekir. Evet, insanın en sıkıntılı ve en muzdarip olduğu bir zamanda imdadma koşan, teselli veren, ruhun acılarım dindiren dinin kendisi bir nimet ve saadet değil de nedir?
Dünyaya kör kuvvetin eseri olarak bakanlar acaba en dayanılmaz bir olay karşısında ne ile teselli olacaklar?
Her şeyden ümitlerini kestikleri bir zamanda hangi kapının halkasma tutunacaklar? Kimden yardım görecekler?
Dindarın kalbinde öyle bir saadet mayası vardır ki dünyanm bütün güçlükleri, zorlukları, elemleri ve kederleri bir araya gelip toplansa onu sarsa- maz, ümitsizliğe düşüremez.
İngilizlerin meşhur bilginlerinden Sir John Lubbock bu gerçeği şöyle dile getirir: “Din, günlük hayata bir hareket planı, gelecekte bir himayeci, felakete bir teselli, zorlu zamanlarda bir yardımcı, tehlikeye karşı biri sığmak, kederli zamanlarda bir dayanak ve güvenilir bir sığınaktır.”
Böyle bir inancı elde eden adam, kendisinin başıboş olmadığını, kâinatın bir sahibi bulunduğunu, kendisini kendisinden daha çok düşünen; kalbinden ve hayalinden geçenleri hakkıyla bilen, her an himayesi ve koruması altında bulunan rahmet ve şefkat sahibi bir Rabb’i olduğunu anlar, rahat ve huzur bulur. Gerçek teselliye O’nun dergâhına yönelerek O’na sığmarak ulaşır.
İnsanda yaratılışı gereği birçok arzu ve duygular vardır. Halbuki ruh, yüce bir âlemden gelerek beden denilen kafese geçici bir zaman için girmiştir. İnsanın ruha bağlı olan akıl, kalp, vicdan ve fikir gibi duyguları, diğer süfli ve nefsi duyguları baskı altına alarak yükselmek ister. O duyguları yüce ve manevî bir hedefe hizmetçi kılmak ister. Ruh bu duygulara üstün gelmediği zaman, insan arzularının ve ihtiraslarının esiri olarak alçalmaya ve sürüklenmeye mahkûmdur.