Niçin ibadet etmeliyiz?
Kâinatta gayesiz, manasız hiçbir varlık yoktur. Her şey bir gayeye göre yaratılmıştır. Tek hücreli canlıdan balinaya, zerreden yıldızlara kadar her varlığın yaratılış hikmeti vardır.
Aslanın diş ve tırnaklarına dikkat edildiğinde parçalamak için kavun ve üzümün güzelliğine bakıldığında da yemek için yaratıldığı hemen anlaşılır. Taşın cansızlığına ve katılığına bakarak lüzumsuz yaratıldığını kimse söyleyemez. Hayatın kaynağı olan suyun, bulutları taşıyan rüzgârın, ısı, ışık ve renklerin kaynağı olan Güneş’in, bir takvim vazifesi gören Ay’ın hesapsız, gayesiz ve manasız yere yaratıldıklarını söylemek mümkün mü?
Her varlık kendisinden bekleneni eksiksiz yerine getiriyor. Onların bir düzen ve plan içinde çalışıp kâinat çarkını döndürmelerinden anlaşılıyor ki onlar bir kudret ve rahmet sahibi tarafından idare ediliyor. Çünkü kendi güç ve iktidarlarının çok çok üstünde iş görüyorlar. Koyun ot yiyip süt yapıyor, balansı çiçek yiyip şifalı bir balı üretiyor, ipekböceği dut yaprağı yiyor, o en ince ve zarif ipeği örüyor, ağaçların incecik çubukları en lezzetli meyveleri uçlarında taşıyor. Bu nimetler ne o hayvanların, ne de o ağacın eseri olamaz. O halde, onlar kendiliklerinden değil, onlarda meydana gelen sonsuz bir rahmet ve kudret tarafından bize hizmet ettiriliyorlar. Varlıkların zayıflıklarıyla birlikte gösterdikleri bu harika işler, Cenab-ı Hakk’m kudret ve rahmetinin bir delilidir.
İşte varlıkların bu faaliyetleri ve çalışmaları onların hal diliyle birer teşbihi ve ibadetidir, yaratılış gayelerine koşmalarıdır. “Yerde ve gökte her şey onu teşbih eder”78 mealindeki ayet-i kerime bu fıtrî ibadeti açıklıyor.
Baştan sona kâinatı hikmet, rahmet ve gaye meyveleriyle süsleyen Yüce Allah (c.c.), insanı amaçsız ve başıboş bırakır mı? Toprağı, suyu, havayı ve güneşi bitkilerin imdadına, hayvanları insanların hizmetine gönderen İlahî Kudret değil midir? O halde Allah’ın bu ihsan ve ikramlarına, bu yardım ve nimetlerine karşı insanın yapması gereken bir görevi yok mudur?
Elbette olacaktır. Sonsuz nimetler içinde yüzen insan, Cenab-ı Hakk’m huzurunda şükrünü ve kulluk vazifesini elbette yerine getirecektir. Zaten bu onun yaratılış gayesidir. Nitekim Cenab-ı Hak, bu gayeyi bir ayet-i kerimede mealen şöyle beyan buyurur:
“Cinleri ve insanları ancak bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım.”79
Her varlığın yaratılış hikmetine göre çalıştığı, Yaratanım tanıdığı ve O’nu teşbih ettiği göz önünde bulundurulursa insanın onlardan geri kalması düşünülemez. Zaten kulluk vazifesi insanın en tabii bir vazifesidir.
İnsan gizli açık birçok nimetin içinde yüzmektedir. Şöyle ki önce yokluktan varlığa çıkmıştır. Varlık âlemine çıktıktan sonra mesela taş olabilirdi, ağaç veya bir sinek olabilirdi. Halbuki bütün varlıklar içinde en şerefli bir mevki olan insanlık mertebesine çıkmıştır. Maddî ve manevî pek çok nimeti tatmışür. Dünyayı dahi verseler değişmeyeceği duygu ve organlara sahip olmuştur. Bu kadar nimetler şüphesiz bir fiyat ister. O fiyat, kısaca iman ve ibadettir.
Bunun için insan önce, nasıl bir rahmet ve kudretin yardımıyla hayaünı devam ettirdiğini düşünüp idrak edecek, şükrün en mükemmel şekli olan ibadet vazifesini yerine getirecektir. Zaten mükemmel bir şükrü, şuurlu bir varlık olan insandan başka varlıkların yapması mümkün değildir.
İnsan, ibadetiyle bütün varlıkların hal diliyle ifade ettikleri zikirleri, şükürleri, ibadetleri kendi ibadeti içine almakta, varlıkların bir temsilcisi sıfatıyla Rabb’ini teşbih etmektedir. Çünkü her varlık, kendine özgü bir dille Cenab-ı Hakk’ı anmakta, kabiliyeti ölçüsünde vazifesini yerine getirmektedir.
İbadet, insanın bir yaratılış gayesi olduğu gibi, aynı zamanda muhtaç olduğu bir kulluk vazifesidir. İbadet etmeyen bir insan o boşluğu her zaman hisseder. Teşekkürünü fâni varlıklara sunar, hakiki Mabudu unutunca zavallı yaratıklara kul köle olur. Maddenin ve paranm esiri olur. İşte zavallı halde bulunan, acizlik içinde çırpman insanı yücelten ve onu diğer varlıkların üstüne çıkaran ibadettir, Allah’a kul ve muhatap olmaktır. İnsan ibadet etmekle insanlık haysiyetini korumuş, aciz varlıklara alçak bir kul olmaktan kurtulmuş olur.
İbadet bir kulluk vazifesi olduğu gibi aynı zamanda İlahî bir emir ve borçtur. Kur’an-ı Kerim insanları ibadete şöyle davet etmektedir:
“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb’inize kulluk edin ki takvaya erişesiniz.”
70Haşr Suresi, 59:24.
Zariyat Suresi, 51:56.