Her canlı varlık gibi insan da belirli ve sınırlı bir ömre sahip olsa da var olduğu günden beri ölüm gerçeğiyle bir türlü barışık olmamıştır. Ölümün çaresini arayıp duran insanoğlu bu kaçınılmaz sondan kurtulamadığı için ölümden sonraki hayatın nasıl olduğunu hep merak etmiştir.
Ölüm nedir? Ölüm bir yok oluş mudur?
Aslında bir son olmayıp madde âleminden madde olmayan âleme geçiş olan ölüm, Azrail aracılığıyla ruhun bedenden ayrılmasıdır. Ölüm bir yok oluş olmadığı gibi yaşadığımız âlemden berzah (kabir) âlemine doğru yapılan yolculuğun adıdır.
İnsan ömrünün sona ereceği kaçınılmaz bir bitiş noktası vardır ki; bu noktaya ‘’ECEL’’ denir. Başlangıcı olan her varlığın bir de sonu olacağı gerçeğinden yola çıkacak olursak; yüce yaratan dışında peygamberlerinde içinde bulunduğu bütün varlıklar eceli geldiğinde ölümü tadacaktır sonucuna ulaşırız. Nitekim Rabbimiz Araf suresi 34. Ayetinde ‘ ‘ Her milletin bir eceli vardır onların eceli geldi mi ne bir an kalabilirler ne de öne geçebilirler’’ diye buyurmuştur. Ayetten de anlaşılacağı üzere; her canlının eceli, başlangıcı ve sonu olamayan Allah’ın iradesinde olup kullarının bu konuda Allah’ın takdirine boyun eğmekten başka çaresi yoktur.
Peki, insan ölünce ne olacaktır?
Eceli gelip çaresiz buna boyun eğen insan ruhunun artık geriye dönüşü mümkün olmayacaktır. Vakıa suresi 83-84. Ayetlerde Yüce Rabbimiz ‘ Can boğaza geldiğinde onu geriye döndürsenize, oysa siz o zaman bırakıp duruyordunuz biz ise ona sizden daha yakınız fakat siz görmezsiniz.’’ Diye buyurmuştur.
Kişinin ölümü tattıktan sonra intikal edeceği âleme Berzah Âlemi denir ve berzah kelime anlamı olarak ‘’geçit’’ manasına gelir. Berzah yani kabir hayatı Peygamberimizin ifadesiyle ‘’ ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.
Peygamber Efendimiz Tirmizi’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte:
- Kabir(berzah), ahiret menzillerinden ilk menzildir. Eğer kişi ondan kurtulursa, artık ondan sonrası daha kolay olur. Eğer ondan kurtulamazsa, ondan sonrası da sıkıntılı olur. Diye buyurmuştur.
Peygamberimizin de ifade ettiği gibi kabir âlemi ahiret ve dünya arasında olan ve kişinin sorgu melekleriyle ilk karşılaşması, ilk hesap vermesi yani ilk ceza ve mükâfatla muamele gördüğü bir bekleme salonu gibidir. Bu âlemde ruhlar kıyameti ve yeniden dirilmeyi bekler.
Kabir azabı var mıdır?
Her ne kadar ehlisünnet dışında kalan gruplar tarafından kabul edilmese de kabir azabı haktır gerçektir. Buna örnek olarak Hz. Aişe’den rivayet edilen şu Hadis-i Şerifi gösterebiliriz.
Aişe(r.a) Allah Resulüne şöyle sormuştur:
- İnsanlara kabirlerinde azap olunur mu?
Allah Resulü:
-Evet, kabir azabı vardır. Diye buyurmuştur.
Hz. Aişe söyle devam etmiştir:
- Bundan sonra Allah Resulünün sonunda kabir azabından Allah’a sığınmadığı hiçbir namazını görmedim. (Buhari, cum’a/988-989)
Kabir azabı nasıl olacak?
Kabirde azabın ne şekilde olacağı hususunda İslam âlimleri farklı görüşler ileri sürmüştür. Bazı âlimler azabın sadece ruha yapılacağını savunurken bazı âlimler de ruh ve bedene aynı andan azap edileceği görüşünü savunmuştur.
İnsan toprağa gömülse de denizde boğulup kaybolsa da yanarak kül olsa da kabir hayatını mutlaka yaşayacaktır. Kabrine koyulan kişi öncelikle Münker ve Nekir melekleri tarafından ‘’ Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir? Gibi sorularla ilk hesabına çekilecektir. Kişi vereceği cevaba göre ya mükâfatlandırılacak ya da azaba uğrayacaktır. Dünya hayatında yaptıkları ve kazandıkları doğrultusunda ceza ya da mükâfat ile muamele görecek olan kişinin, sevabı ve günahının eşit olduğu gibi durumlarda ‘ARAF’ diye adlandırılan bir makamda bekleyeceğinden bahsedilir.
Araf nedir?
Araf, kelime anlamı olarak ‘’yüksek bir yer’’demektir. Kuran-ı Kerimde bir sureye de ad olan araf, müfessirlerce ‘’cennet ve cehennem arasında kurulu olan yüksek bir sur’’ şeklinde yorumlanır. Araf kelimesi Kuran- Kerimde 3 yerde geçmektedir. Bunlardan A’raf suresi 46-47)ayetlerde Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
- Hem iki taraf(cennet ve cehennem ) arasında(asla aşamayacakları surdan) bir perde vardır. A’raf üzerinde ise, Herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, Cennet ehline ‘’ Selamün Aleyküm! (Allah’ın selamı üzerinize olsun) diye nida ederler, fakat onlar ( Cennete girmeyi) çok arzu ediyor oldukları halde (henüz) oraya girmemişlerdir. O Ara’f ehli, kendilerini simalarından tanıdıkları (cehennem ehli) birtakım adamlara da seslenerek derler ki; (mal ve taraftar) toplamanız ve büyüklük taslamakta olmanız (bugün) size bir fayda vermedi!
Bu ayetten yola çıkan müfessirlere göre A’raf cennet ve cehennem arasında bulunan sura benzeyen bir perdenin yüksek tepesidir. A’raf ehlinin kim olacağı hakkında değişik fikirler ileri sürülmüştür. Günahları ve sevapları birbirine müsavi(denk) olduğu için belirli bir müddet orada kalan ya da hesapları uzayan kişiler olabileceği gibi ‘görevleri sadece nida olan birtakım kullardır’ diye yorumlayan İslam âlimleri vardır.
Yüce kitabımızda Araf ehlinin cennet ve cehennem ehline şu şekilde nida ettiğinden bahsedilir.
- ‘Girin cennete artık size korku yoktur ve siz üzülecek değilsiniz ‘(Araf /49)
- Cehennemdekiler, cennettekilere, ‘’Bize biraz su akıtın veya Allah’ın size verdiği rızıktan bize de verin’ diye seslenirler. Cennettekiler de ‘Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı’ derler. (A’raf /50)
Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere; Araf ehli, hem cennet ehli ile hem de cehennem ehli ile münasebet halindedir.
İbn Cerir’den rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimize a’raf ehli sorulduğunda:
-Araf iyilikleri ve kötülükleri eşit olan insanlardır kötülükleri Cennete girmelerine, iyilikleri de cehenneme girmelerine mani olmuştur. Bu kişiler Cenabı-ı Hak onların hakkında hüküm verinceye kadar bu sur üzerinde kalacaklardır. Diye buyurmuştur.
A’rafın tam olarak ne olduğu ancak Allah-u Teala tarafından bilinse de bazı âlimlere göre ‘Günah ve sevabı eşit olan kullar, şehitler, peygamberler, küçük yaşta hayatını kaybedenler, âlimler ve melekler olabilir’ diye yorumlanmıştır.