Sünnetin hükmü nedir?
Peygamberimizin (a.s.m.) bazı mübarek sözleri ve halleri birtakım ibadetlerin esas ve rüknü sayıldığından, bunlar bazen farz, bazen de vacip olarak tespit edilmiştir. Çünkü bir meselenin farz olması için önce ayete müracaat edilir, ayette bulunmadığı takdirde hadisten delil aranır. Bu takdirde hadisten çıkarılan bir hüküm de farz veya vacip olabilir.
İşte sünnetin mertebeleri üç şekilde tasnif edildiği takdirde; farz, vacip, nafile ve güzel âdetler olarak ortaya çıkar. Farz ve vacip olanlara uymak zaten zarurîdir. Bunların terki hâlinde uhrevî azap icap eder. Herkes bunlara uymakla mükelleftir. Bunlar birer temel hüküm sayıldıklarından hiçbir şekilde değiştirilemez.
Nafile olan sünnetler ise; ibadete tâbi olan sünnetlerle, “âdâb” tabir edilen ve siyer kitaplarmda belirtilen Peygamberimizin güzel âdetleri ve muaşeret kaideleri sayılan hayat tarzlarıdır. Daha önce de işaret edildiği gibi bu çeşit sünnete zevâid sünnetleri denmektedir.
Sünnet-i müekkede, sünnet-i seniyye içinde önemli bir yer tutar. Bu sünneti yerine getirmekte büyük sevap vardır. Terkinde ise günah olmamakla ve cehennem azabı gerekmemekle beraber, başta sevabın kaybı olmak üzere, Peygamberimizin tekdirine uğrama ve şefaatinden mahrum olma gibi kayıplar vardır. Değiştirilmesi ise büyük bir hata, bid’at ve sapıklıktır.
Şeâir sünnetleri
Sünnet-i müekkede olarak da bilinen sünnet-i hüdâ ise Islâm dininin birer alameti, işareti ve şeâiri olduklarından, umumun hukuku çeşidinden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet bütünüyle istifade ettiği gibi, onun terkiyle de bütün bir cemiyet mesul olur. Bu çeşit şeâire riya giremez ve ilan edilir. Mesela günde beş vakit ezan okunması o memleketin bir İslâm ülkesi, insanlarının da Müslüman olduğunu gösteren en açık bir işarettir. İşte ezan gibi böyle bir sünnetin terki o memlekette yaşayan bütün Müslümanları mesuliyet altına sokar.
Yine ibadetlere ait sünnet-i gayr-ı müekkedelerin yerine getirilmesinde sevap vardır. Terki hâlinde ise pek çok hayır ve sevap imkânları elden kaçırılmış olur. Ayrıca tekdir ve kınanmayı da gerektirmez.
Âdab ve zevaid sünnetleri
Âdâb sayılan zevâid sünnetlerini işleyen kimse günlük normal işlerinde ve şahsî yaşayışında hep Peygamberimizin (a.s.m.) davranışlarını ve hareket tarzını taklit ettiği için o basit meşguliyetleri, artık sıradan bir iş olarak kalmaz, devamlı surette Peygamberimize uyma niyetini taşıdığı için yüce bir mana kazanır; o âdetleri ibadet hükmüne geçer. Zevâid sünnetlerinin terk edilmesinde, bir günah, itab denilen bir tekdir ve azarlama olmamakla beraber, sünnetin nurundan, gerçek edepten mahrum kalmış demektir.
Sünnetin hükmü hakkında Bediüzzaman’m şu tespiti yerinde ve düşündürücüdür. “Sünnete ittiba etmeyen, tembellik eder ise hasâret-i azîme (büyük bir kayıp), önemsiz görür ise cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden (inkârını hissettiren) tenkit ise dalâlet-i azîmedir.”